Geçtiğimiz yüzyıl, iki büyük dünya savaşı ve onlarca silahlı çatışmanın ortaya çıkardığı yıkımlarla geçmiştir. Milyonlarca insan ölmüş; çocuklar, yaşlılar, kadınlar ve masum insanlar savaşların ve silahlı çatışmaların yıkımlarından onulmaz yaralar almış, insanlık vicdanı yaralanmıştır. İnsanlık ailesi, yaşanan bu acılardan dersler çıkarmaya çalışmıştır.
1945 yılında Birleşmiş Milletler Şartı kabul edilmiştir. 1948 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, sonrasında birçok uluslararası sözleşme hazırlanmış ve onaylanmıştır. Bu sözleşmelerle insan onuru ve hayatının vazgeçilmez ortak değerimiz olduğu benimsenmiştir. Tüm dünyada barış ve güvenliğin korunması ve sürdürülmesi için bir dizi mekanizma öngörülmüş, uluslararası sözleşmelerde temel insan hak ve özgürlükleri kabul edilmiştir.
21. yüzyılda dijital çağda, bilim ve teknoloji konusunda baş döndürücü biçimde ilerleyen dünya, karşılaştığı insani sorunların çözümü ile yeryüzünde kalıcı barış, huzur ve adaletin sağlanmasında yetersiz kalmıştır. Savaşların ve silahlı çatışmaların geride bıraktığı insani dramlar, sönen hayatlar insanlık vicdanını onulmaz biçimde yaralamış, uluslararası toplum bunu önlemede aciz kalmıştır. Savaşların, silahlı çatışmaların katastrofik yıkımları, insanları evlerinden, ocaklarından, köylerinden, hayatlarından, kültürlerinden ve tarihlerinden koparmıştır. Bu bağlamda, 21. yüzyılın tartışmasız en büyük gerçekliği “göç, sığınma ve iltica” olgusudur. Bu olgu, ülkemizin, Avrupa’nın ve tüm dünyanın bir numaralı gündem maddelerinden biri haline gelmiştir.
Bölgemizde ve dünyada yaşanan savaş ve silahlı çatışmalar sonucu ülkelerde on binlerce masum insan ölürken, milyonlarcası sığınmacı ve mülteci haline gelmiş, geçmişini geride bırakıp bir hayat kurmaya çalışmaktadır. İnsanlık ailesi olarak bu konuda insancıl çözüm ve çareler bulamazsak komşu evde çıkan yangının evimize sıçramasıyla daha da büyüyecek sorunlar karşısında çaresiz kalabiliriz. Bodrum sahilinde kıyıya vuran Aylan bebek değildi aslında; bu elim hadise, insanlık onurunun ve vicdanının da iflasıydı. Bu nedenle mülteci ve sığınmacılarla ilgili insani perspektiften çözüm ve çareler bulunması ihtiyacı elzemdir.
Bu kitapta yüzyılımızın en büyük sorunlarından biri olan göç ve iltica hukuku ele alınmaktadır. Mülteci hukukunun kaynakları, temel kavram ve ilkeleri, iltica prosedürleri, uluslararası ve geçici koruma mekanizmaları, haklar ve yükümlülükler gibi mülteci hukukuna ilişkin temel konular ele alınmaktadır. Kitap; mülteci hukukunun uluslararası ve ulusal kaynakları ışığında, uygulamacılara kolaylık olmasını sağlamak amacıyla, soru ve cevap şeklinde, pratik bir tarzda, sade ve yalın bir anlatımla kaleme alınmıştır. Kitabın sonuna, uygulamacılara yararlı olması amacıyla mülteci hukukunun bazı temel normları eklenmiştir. Mülteci hukukuyla ilgili hâkim, savcı, yargı personeli, SGK denetmenleri ve iş müfettişlerine verilen eğitimlerle uygulamada bu alanda görülen ihtiyaca cevap vermeyi hedefledik.
Bu bağlamda, bu çalışmanın “Mülteci Hukukuna Giriş” olarak seri kitaplarımızın ilki olmasını; “İnsan Hakları Bağlamında Mülteciler ve Nefret Söylemi”, “İş ve Çalışma Hayatı Bağlamında Mülteciler”, “Mülteci Hukukundan Kaynaklanan Davalar”, “Mülteciler ve Uyum Politikaları” alanlarında eserlerle mülteci hukukuna ilişkin çalışmalarımıza devam etmeyi arzu ediyoruz.
İspanya’da, 31 Mart 1492’de I. İsabel ve II. Ferdinand, Yahudilerin ‘iyi Hristiyanları kendi kutsal inançlarından döndürmeye çalıştıkları’ gerekçesi ile İspanya’yı dört ay içinde terk etmelerini emreden Elhamra Kararnamesini imzalamıştır. Üstelik giderken sahip oldukları altın, gümüş vb. yanlarına almaları yasaklanmıştır. Kararnameye göre bu kurallara uymayan, bu süre zarfında ülkeyi terk etmeyen ve onlara yardım edenler ölüm cezasına çarptırılacaktır. Bunun üzerine İspanya’daki Yahudiler devrin Osmanlı padişahı II. Bayezid Han’a mektup yazarak eman dilemiş ve kendilerini bu zulümden kurtarmasını istemiştir. Kemal Reis komutasındaki Osmanlı Kadırgaları yüz elli bin Yahudiyi savaş yapma pahasına İspanya’dan kurtararak Osmanlı topraklarına sağ salim getirmiştir. Gelen mülteci Yahudiler çoğunlukla bugünkü İstanbul Karaköy civarına ve diğer Osmanlı topraklarına yerleştirilmiştir.
Tarih boyunca milliyetine, diline ve dinine bakmaksızın nerede bir masum varsa, onlara hak ve adalet namına el uzatan, masumlara can suyu olan, mülteci hukukunun gereklerini tarihi derinliğiyle yerine getiren, adalet mefkûresi olan bir medeniyetin temsilcileri olarak büyük ve güçlü devletin adalet ile kaim olacağı temel düşüncesiyle hazırlanan bu kitabın Türk hukuk uygulamasına yararlı olmasını dileriz.