Güvenlik ihtiyacı, toplumların yeme, içme, barınma ihtiyaçlarından hemen sonra gelen bir ihtiyaçtır. Güvenlik sağlanmadan, yaşamın idame ettirilmesi mümkün değildir. Toplumda güvenliği sağlayan temel araç devlettir. Devlet, toplumun güvenliğini sağlarken, bireylerin insan onurundan kaynaklanan ve vazgeçilmez nitelikte olan hak ve özgürlüklerini korumakla mükelleftir. Toplumda güvenliğin sağlanabilmesi için bir düzen kurulması şarttır. Devlet, bu düzeni kurmak amacıyla kurallar koyar. Kuralların uygulanması, devletin bireyler üzerinde otorite sağlamasıyla mümkün hale gelir. Bu manada vazgeçilmez bir değer olan otorite, bir diğer vazgeçilmez değer olan özgürlük ile karşı karşıya gelmeye mahkûmdur. Özgürlük ile otoriteyi en sert şekilde karşı karşıya getiren olgu, güvenliktir. Bu karşı karşıya gelişlerde her iki değer arasında bir dengenin sağlanmasına yönelik ihtiyaç, bu meselenin yüzyıllar boyu tartışılmasına sebep olmuştur. Bu tartışma, tüm dünyada, siyasal arenada ve ulusal ve uluslararası mahkemeler nezdinde sürmektedir. Bu uzun yolculuğu ve günümüzde kamu güvenliği karşısında özgürlük-otorite dengesini sağlamakta devletin rolünün ne olduğu ve olması gerektiğini kavramak için, öncelikle kamu düzeni, kamu güvenliği kavramlarını anlamak, devlet yapıları bakımından toplumsal hayata müdahale türleri üzerinde durmak, insan hak ve özgürlüklerinin karşı karşıya olduğu güncel tehlikelerin izini sürmek gerekmektedir. Bu sebeple çalışmamızın birinci bölümünde, bu unsurların oluşturduğu kavramsal çerçeve ortaya konacaktır. Ülkelerin yönetilmesinde, farklı devlet ve hükümet şekilleri esas alınmıştır. Bireylerin özgürlük seviyelerinde, tercih edilen devlet ve hükümet şekillerinin belirleyici bir rolü vardır. Monarşi, egemenliğin tek bir kişinin elinde olduğu, oligarşi egemenliğin bir zümrenin elinde olduğu devlet şekilleridir. Demokrasilerde ise kural egemenliğin halka ait olmasıdır. Devlet şekli demokrasi olan devletlerin, farklı hükümet sistemleriyle yönetildikleri görülür. Meclis Hükümeti Sistemi, Parlamenter Sistem, Başkanlık Sistemi demokrasilerde tercih edilen çağdaş hükümet şekilleridir. Bir devletin demokrasi ile yönetilmesi, o devletin vatandaşı olan bireylerin özgür şekilde yaşamasına katkı sağlar. Fakat devlet şekilleriyle birlikte, hükümet şekillerinin de bireylerin özgürlük seviyesi üzerinde etkili olduğu görülür. Çalışmamızın ikinci bölümüne, çağdaş hükümet sistemleri incelenerek hükümet şekillerinin farklılaşmasının özgürlük-otorite ilişkileri üzerindeki etkisi açıklanarak başlanacaktır. Demokrasinin olağan haldeki ideal görünümü, birey özgürlüğü için elverişli bir saha oluşturmaktadır. Fakat hukuk yoluyla kurulan demokrasinin içinde siyasal iktidarın serbest hareket alanı olarak değerlendirilebilecek olağanüstü hâl rejimleri, demokrasi evreninde, birey özgürlüklerini yutan bir kara deliğe benzetilebilir. Hukukun yetersiz kaldığı alanlarda, hukuk dışı bir iradenin istisnai biçimde toplum hayatına müdahale ettiği olağanüstü haller, istisna hali olarak da anılır. Olağan hukuk düzeninin yetersiz kaldığı söylenebilen durumlardan biri ciddi güvenlik tehdidine sebep olan terörün toplum yaşamına hâkim olmasıdır. Bu güncel sorunun sürekli olarak kendini tekrarlaması, demokratik rejimlerde istisna olarak düzenlenen olağanüstü hâl rejimlerinin olağanlaşmasına neden olabilmektedir. Hukukun otoritesinin yerine geçen siyasal otorite olarak yürütme erki öne çıkıp güçlenebilmekte, denetlenebilir olmayan bir konuma yerleşebilmektedir. Çalışmamızın ikinci bölümünün ilk kısmında, olağanüstü hâl nedeniyle yürütmenin güçlü olması, özgürlük-otorite dengesini bozan bir hâl olarak incelenecektir. Anayasaların varlık nedeni, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması için, siyasal iktidarın sınırlandırılmasıdır. Fizikî olarak var olmasına rağmen iktidarı sınırlamayan anayasalara sözde (itibarî) anayasalar denmektedir. Bir anayasanın iktidarı sınırlamadığını gösteren en önemli unsurlar olarak çalışmamızda erklerin fiilî ya da hukuksal birliği ile yargısal denetimin yokluğu veya etkisizliğini ele almış bulunmaktayız. Olağanüstü hâl, erkler ayrılığının ve denetleme mekanizmalarının sarsıldığı durumlardan biri olarak öne çıkmaktaysa da, bu sorunun yaşandığı tek koşul değildir. Kuvvetlerin hukuksal olarak birleştiği monarşiler ve meclis hükümeti sistemine dayalı yönetimler bir yana, kuvvetlerin fiilî olarak birleştiği diktatörlüklerde de erkler ayrılığının ve erklerin denetimine yönelik mekanizmaların çalıştığını söylemek zordur. Bu durum, özgürlük ve otorite arasında bir dengenin kurulamamasına neden olmaktadır. Bu tür sistemlerde siyasal otorite, tüm sisteme koşulsuz şekilde hâkim olmaktadır. Çalışmamızın ikinci bölümünün ikinci kısmında, erklerin fiili ve hukuksal birliği, sözde anayasaların varlığına delalet olan durumlardan biri olarak incelenecektir.
Yargısal denetim, erkler ayrılığıyla birlikte anayasa hukukunun en çok tartışılan konusu olmuştur. Onu demokrasilerin olmazsa olmaz unsurları olarak görenler olduğu gibi, demokrasinin halk egemenliğinden uzaklaşmasına sebep olan bir sorun olarak görenler de bulunmaktadır. Biz, çalışmamızın sistematiği içinde yargısal denetimin yokluğunu ve etkisizliğini, özgürlük-otorite dengesini bozan faktörler içerisinde ele almış bulunmaktayız. Yargısal denetimin demokrasi içindeki varlığını, çalışmamızın ana problemini teşkil eden, özgürlük-otorite dengesinin sağlanması meselesinin merkezinde konumlandırmaktayız. Çalışmamızın son bölümünde, yargı erkinin, farklı ülkelerde özgürlük ile otorite arasında dengeleyici fonksiyonunu nasıl ifa ettiğini açıklayacağız. Yargı organı, özgürlük ile otoriteyi sağlıklı bir denge mekanizmasına kavuşturabilmek için, zaman içerisinde, birtakım çözümler geliştirmiştir. Hakların sınırlanmasının sınırlarını çizeceği noktaları tespit etmek adına, prensipler ortaya koymuştur. Meşru amaç, kanunilik, ölçülülük olarak karşımıza çıkan bu prensipleri yaşanan olaylara uygularken farklı yaklaşımlarda bulunmuş, yargısal muhakeme bu yolla farklı perspektifler kazanmıştır. Özellikle ulusal ve uluslararası terörizmin yükselişiyle birlikte güçlü bir siyasal otoriteye duyulan ihtiyaçla beraber, bireysel hak ve özgürlüklerin gördüğü zararın her geçen gün artmasıyla ortaya çıkan çözümsüzlük, yargının çözüm arayışını hızlandırmıştır. Bu arayışın geçirdiği safahat ile geldiği son nokta çalışmamızda, uluslararası bir bakış açısıyla kavranmaya çalışılmıştır.