Bu çalışma, 2013 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Prof. Dr. Veli Özer Özbek, Doç. Dr. Koray Doğan ve Doç. Dr. Serkan Ayan’ın yer aldığı tez jürisi önünde yüksek lisans tezi olarak sunulmuş ve oybirliğiyle kabul edilmiştir. Çalışmanın 2019 yılında yayımı için güncellemesi yapılmış, ayrıca çalışma içerik olarak da zenginleştirilmiştir.
Ceza yargılamasına farklı bir bakış açısının hâkim olmasıyla, geleneksel ceza muhakemesinde ikinci planda kalan mağdura ve suçtan zarar görene, soruşturma ve kovuşturma evresinde tanınan haklarla birlikte yargılama sürecindeki pasif kimliğinden uzaklaşma imkânı tanınmıştır. Tanınan bu haklar, artık mağdur ve suçtan zarar görenin yargılama sürecinde rolünün değiştirilmesi, somut olayın çözümü ve maddi gerçeğin ortaya çıkartılması açısından sadece bir delil aracı olmanın dışına çıkartılması yönündeki isteğin göstergesidir.
Çağdaş ceza yasalarında şüpheli veya sanığın sahip olduğu hakların yanı sıra mağdur haklarının da düzenlenmesi, ceza muhakemesinin bütününe hâkim olması gereken temel prensiplerden biri olan silahların eşitliği ilkesinin hayata geçirilmesinin sağlanmasında da önemli bir adımdır. Keza silahların eşitliği ilkesi, ilk olarak şüphelinin/sanığın hakları ile savcının yetkileri arasında bir dengenin sağlanmasını amaçlarken, ilkenin ikinci görünümü de sanık ve mağdur arasındaki denge bakımından ortaya çıkmaktadır. Burada sanık açısından söz konusu olan tehlikeliliğin fazlalığı göz önünde bulundurulduğunda; mutlak anlamda bir eşitlikten bahsedilemese de mağdurun ceza hukuku içinde korunmasının gerekleriyle sınırlı olarak bir denge sağlanmaya çalışılmalıdır.
Mağdura, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişilere ve malen sorumluya ceza yargılama sürecinde tanınan en önemli imkânlardan biri, zarar gördüğü suçla ilgili olarak açılmış olan ceza davasına katılabilmeleridir. Böylece katılma hakkına sahip olan kişilere, davanın gidişatına bir nebze de olsa etkide bulunabilme imkânı verilmiş olmaktadır.
Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar, failin cezalandırılması yönündeki isteklerini belirterek, bireysel iddia makamı sıfatıyla ve kendilerine muhakeme hukukunca tanınan haklarla donatılmış şekilde iddia makamının yanında yer almaları olarak tanımlanabilecek “kamu davasına katılma” kurumu, günümüz ceza muhakemesi hukukunda mağdurun ön plana çıkmasıyla birlikte önemli hâle gelmiştir. Sadece ülkemizde değil, diğer ülkelerin yasalarında da kendine yer bulan kurum, kişilerdeki adalet duygusunun tatmin edilmesinde önemli bir role sahiptir. Yargılama sonunda verilen hükümle, bir nevi kendinden özür dilenmiş hissini yaşayan mağdur veya suçtan zarar gören, tekrar mağduriyete uğrama korkusundan uzaklaşacak ve bizzat içinde bulunduğu başka bir ifadeyle dâhil olduğu yargılama sürecindeki bu şeffaflık nedeniyle, yargılama makamlarına olan güveni de artacaktır.
Çalışmamızın inceleme konusunu da arz ettiğimiz bu hususlar nedeniyle suçtan doğan mağduriyetin giderilmesinde önemli araçlardan biri olan “kamu davasına katılma” kurumu oluşturmaktadır. Kamu davasına katılma, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun dördüncü kitabının ikinci kısmında; 237-243. maddeleri arasında düzenlenmektedir. Söz konusu hükümlerde, katılma talebinde bulunabilecek şahısların kimler olduğuna, katılma talebinin zamanına, katılma talebinin nasıl gerçekleştirileceğine yani usulüne, katılanın bu süreçte sahip olduğu haklara, katılmanın asıl davaya olan etkisine ve katılmanın hükümsüz kalmasına ilişkin düzenlemeler yer almaktadır.
Kamu davasına katılma, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmaksızın ve suçlar arasında herhangi bir ayrıma gidilmeksizin, her suç açısından mümkün olabilecek şekilde düzenlenmiştir. Bu durum, ülkelerde birbirinden farklılık arz edebilmektedir. Çalışmamızda, farklı ülkelerin davaya katılmaya ilişkin düzenlemelerine de yer verilmiş bulunmaktadır.
Bu çerçevede çalışmamız genel olarak üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; katılma terimi-kavramı, katılmanın tanımı, hukukî niteliği, gerekliliği, tarihi gelişimi ve karşılaştırmalı hukuktaki yeri üzerinde durulmuş, ikinci bölümde; kamu davasına katılmanın koşulları ve usulü incelenmiş, son olarak üçüncü bölümde ise kamu davasına katılmanın ortaya çıkardığı sonuçlar ve katılan sıfatını sona erdiren hâller ele alınmıştır. Söz konusu bölümlerde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki düzenlemelerin, Mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’ndaki düzenlemelerle karşılaştırılması yapılmaya çalışılmış; bununla birlikte açıklamalar yapılırken, doktrindeki görüşlere ve uygulamada oynadığı önemli rol nedeniyle ilgili mahkeme kararlarına da yer verilmeye özen gösterilmiştir.