21. yüzyıla kadar milliyetçilik, tek kutupluluk, kapitalizm, tüketim kültürü, kimlik, göç, sürgün, asimilasyon gibi siyasal, sosyal, ekonomik ve toplumsal faktörler hem ülkeler arasındaki ilişkileri hem de küresel düzeyde toplumları etkileyerek büyük dünya savaşlarının yaşanmasına sebep olmuştur. Savaşlar sonrasında iktidarların sert tutumu, artan toplumsal olaylar, ekonomik değişimler, teknolojik ilerlemeler ve bilimsel gelişmeler gibi nedenlerle yumuşamaya başlamış, bu unsurlar aynı zamanda siyasi bakış açısını da değiştirerek bir ülkeye duyulan antipati ve sempati gibi davranış kalıplarının oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Siyasi erklerin tüm dünyada barışı sağlamak için insani değerleri öne çıkartma girişimleri uluslararası ilişkilerde yeni diplomasi yöntemlerinin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Devletler, sağlamaya çalıştıkları dengelerle birlikte daha fazla insanı etkilemek, politikalarını meşrulaştırmak ve rıza üretmek maksadıyla kültüre ve sivil topluma daha fazla önem vermeye başlamıştır. Bu yeni düzende evrensel değerlere liderlik eden, dünya çapında derin kültürel bağlantılara sahip, güvenlik, refah ve hukuk gibi değerleri üstün tutan devletler başkaları için kurguladıkları hikâyeleriyle cazibe merkezleri haline dönüşmüştür. Bu durumu tanımlamak üzere sert gücün zorlayıcı yapısında bulunan tehdit ve ekonomik yaptırımlar gibi yöntemlerin aksine bir güç unsuru olarak “yumuşak güç” kavramı ortaya konulmuş, bir devletin dış politika hedeflerine ulaşmak için pozitif çekim ve ikna kullanımını içinde barındıran bir iletişim biçimi olarak görülmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti ise bu güç türü ile ilgili uygulamaya çalıştığı politik girişimlere 2000’li yıllarda yoğunlaşmış ancak yaşadığı ekonomik çalkantılar, iç ve dış siyasi sorunlar, yabancı basın, uluslararası lobicilik faaliyetleri ve sinema endüstrisinin uzun yıllar boyunca yürüttüğü olumsuz algı yönetimi çalışmaları nedeniyle kendini arzu ettiği biçimde ifade edememiştir. Ülkenin inşa etmek istediği olumlu imaja yönelik ortaya koymaya çalıştığı yumuşak güç faaliyetleri ve çabaları son derece önemli görülmektedir. Ancak bu alanda kullanılacak araçlar ve değerler öne çıkartılmadan önce doğru bir imaj ve algı yönetimine ilişkin olumlu ve olumsuz hususların tespit edilmesi, gerçekleştirilecek uygulamaların yumuşak güç çerçevesinde değerlendirilmesi ve bunlara istinaden gelecek için bir yol haritası oluşturulması gerekmektedir.
Bu eserde “yumuşak güç” olgusunun uluslararası siyasette kullanımı ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin uygulamaya koyduğu stratejiler doğrultusunda oluşan potansiyel dâhilinde ele alınmış olup, mevcut kurumları ve uygulamaları ile yumuşak güç politikasında ne gibi girişimlerde bulunduğu ve yumuşak güç açısından cazibe unsuru olarak addedilen değerlere ne derecede önem verdiği tespit edilmeye, bu bağlamda da PESTLE ve SWOT analizleri ile Türkiye’nin yumuşak güç kaynakları ve uygulamaları incelenerek ülkenin geleceği için bir yol haritası ortaya konmaya çalışılmıştır.